Zamanın olması gerektiği gibi işleyemediği bir ülkede yaşamak niçin? Duvardaki boya kabarmaya vakit bulamıyor, perdeler sararmaya vakit bulamıyor, tabaklar kenarından köşesinden kırılmaya vakit bulamıyor. Eşyalar ömürlerini asla dolduramıyor (…) Dinle beni, iki oğlum var. Biri el, diğeri yumruk. Biri alıyor, diğeri veriyor. Bir gün biri, bir gün diğeri. Sana yalvarıyorum, ikisini birden alma benden.
Yapman gerektiğini düşündüğün şeyi yapmak için herhangi bir nedene ihtiyacın yok ya da en basitinden böyle bir neden yok. Zaten yüreğinde olan bir şeyi başka yerlerde arama. Ben kimim ki senin yerine düşünebileyim? Benim giysilerim de kirli ve yırtık pırtık. Yüreğim de bir taş gibi kırık. Ve yüzümü yırtan gözyaşları döküyorum. Ama gördüğün gibi sesim dingin, daha ötesi huzurlu. Seninle konuşurken dudaklarımda barış var. Kelimelerimde, cümlelerimde barış var. Seninle yedi yaşında, dokuz yaşında, yirmi yaşında, bin yaşında bir sesle konuşuyorum. Duyuyor musun o sesi?
Yazar Larry Tremblay’in özellikle kullandığı ve çevirisi de aynı yalınlıkta ve hatta çocuksu bir dille yapılmış bu roman, isimsiz bir ülkede, zamansız bir çağda, savaş yaşayan bir coğrafyada ana babalarıyla yaşayan ikiz kardeşler Amed ve Aziz’in hüzünlü hikâyesini anlatıyor. Suçluluk hissi, önyargılar, yalan ve aldatmaca, sevgi ve fedakârlık… Okurken gözyaşlarınızı tutmakta zorlanacağınız bu romanda savaşın anlamsızlığını, insanoğlunun savaş karşısındaki çaresizliğini, bir ana babanın yapmak zorunda kaldıkları korkunç seçimi bulacaksınız.
Cüneyt Canver Turhan’ın kitapla ilgili olarak Youtube’da yayınladığı yorum videosu