“Önceden, bunu yapanların, yani aynasızlara karşı bu oyuna girişenlerin aptal olduğunu düşünürdüm. Sen bir şeyler fırlatıyorsun, ben fırlatıyorum, bu şekilde bir yere ulaşmak mümkün mü? Ama bugün sinirlendim. Ortalık karışmadan önce azıcık bile gösteri yapmaya vaktimiz olmadı. Buraya henüz gelmiştim ki gözaltılar başladı, hiçbir şey yapamadık, sloganlarımızı bile koşarak attık. Sanırım bize hiç şans tanımadılar, kavga etmekten başka çare bırakmadılar -kaybettik, görüyor musun, siyasetçiler haftalardır polislere ağzımızı burnumuzu kırabileceklerini tekrar edip durdu çünkü bizler aptaldık, faşisttik, vandaldık ve o anda kendi kendime şöyle düşündüm: Tamam, sonunda amaçlarına ulaştılar. Kasklarının altındaki beyinleri tümüyle yıkandı. Onlar için insan değiliz artık. Pimleri çekilmiş gibi üzerimize geliyorlar, kesinlikle geri adım atmayacaklar. Bir anda tepemin tası attı, gözlerimi kan bürüdü. Bu öfkeyi haykıramazsın, bir pankarta yazamazsın, çok çok sıcak bir öfke bu, başka bir şey yapmak lazım. Ben de kendi kendime dedim ki: Ya onlara vuracaksın ya da kendini ateşe vereceksin. Tunus’taki şu çocuk gibi, hatırlıyor musun? Televizyonda görmüştüm. Ama şimdi herkes çalışarak intihar etmiyor mu zaten? Kendini yakmak veya asmak veya ilaç yutmak, ha biri ha diğeri. Benim gibi adamlar intihar edip duruyor ve hiç kimse bundan bahsetmiyor, bahsedecek olursak da dayanıksızlıktan, depresyondan dem vuruyor, hiç kimse işin müşterek boyutunu görmüyor, canı yananlar hep bizim ailelerimiz. İki çocuğum var. Kendimi ateşe versem ne derlerdi? Hayal etmeye çalış. Sonuç olarak vurdum. Biraz da başkalarının canı yansın.”
Antoine ve L… Biri siyasi arenada, diğeri dijital dünyada kendi imparatorluğunu kurma peşinde olan iki farklı karakter. Antoine, Fransa’nın karmaşık siyasi yapısında, bir milletvekilinin asistanı olarak yer edinmiş, ancak her geçen gün, inandığı değerlerin siyasetin derinliklerinde nasıl aşındığını izlemekte. Gençliğinde taşıdığı büyük idealleri, sistemin devasa dişlileri arasında sıkışmış bir hayal kırıklığına dönüşüyor. Kendini “sıradan” biri olmaktan koruma çabası, onu her geçen gün daha da yalnızlaştırıyor.
Diğer yanda L, internetin sınırsız ve anarşik dünyasında, kuralları kendisinin yazdığı bir evrende varlık sürüyor. Yıllarını dijital direnişin, hacker gruplarının ve sanal savaşların ortasında geçiren L, devletlerin ve devasa sistemlerin karşısında siber bir savaşçı. İçinde kaybolduğu bu sanal dünyada, gerçeğin nerede başladığı ve nerede bittiği belirsizleşiyor. Gerçek dünya ile sanal dünya arasındaki çizgi inceldikçe, L’nin kendini koruma mücadelesi de daha karmaşık hale geliyor.
Büyük beğeniyle karşılanan Kaybetme Sanatı’nın ardından, Türkiye’deki okurlarının karşısına bu kez İmparatorluk İçinde İmparatorluk Gibi ile çıkan Zeniter, modern dünyanın dijital ve siyasi güç odaklarını bir araya getiriyor. 2018 yılında Fransa’da Sarı Yeleklilerhareketiyle başlayan halk isyanlarını arka planına alan roman, bireyin gücünü ve özgürlüğünü aradığı bir dönemi resmediyor.
Teknolojinin, siyasetin ve bireyin çarpıştığı bu etkileyici roman boyunca Zeniter günümüz toplumuna keskin bir bakış atmakla kalmıyor, okurlarını sosyal medyanın ve dijital dünyaların gölgesinde esaslı bir hakikat arayışına da çıkarıyor.